Zamanın Coğrafyası

Robert Levine "Zamanın Coğrafyası" kitabından bir alıntı:

"...Aslında 19. yüzyılda, dünya hala tutarsız takvimler ve zaman dilimleri ile kaplıydı. O’Malley’e  göre,1860’ların sonunda yalnızca Amerika Birleşik Devletleri’nde bile yaklaşık yetmiş farklı zaman dilimi vardı. Sanayi Devrimi tüm bunları değiştirdi. Yeni teknolojiler,faaliyetlerin daha önceleri hayal edilmeyen bir düzenleme ve tutarlılığını gerektiriyordu. Saat ana sahneye yerleşti. 1880 yılında, zaman dilimlerinin  sayısı yaklaşık elliye düşmüştü ve bilimciler zamansal standartların tamamen koordine edilebilmesi için yapılacak uygulamayı tartışıyorlardı.

Baskının çoğu, büyük hüsrana uğramış olan iki kaynaktan geliyordu: Demiryolu şirketleri ve hava  tahmincileri. Demiryolu taşımacılığı ağı için  tutarlı zaman standartlarının eksikliği, mantıklı ve verimli zaman çizelgeleri oluşturma konusunda bir kabus yaratmıştı. Genellikle birbirinden  birkaç  kilometre  uzakta  bulunanistasyonlar saatlerini farklı  standartlara  göreayarlıyor,  bu  nedenle  trenler  -en  azından  herduraktaki saatlere göre- zaman içinde geri ya dahızla  ileri  doğru  hareket  ediyordu.  Demiryolu istasyonlarında  sıklıkla  biri  demiryolu  saatini,öbürü de diğer yerel saati gösteren iki farklı saat bulunurdu. Örneğin, 1870’ler boyunca Buffalo, New York’taki  istasyonda  üç  farklı  saat  yer alıyordu: Biri Buffalo şehrinin saati, diğerleri de istasyondan geçen iki demiryolu hattı içindi.

Hava tahmincileri paralel bir sorunla karşı karşıyaydı. “Bir hava tahmininin nasıl yorumlanacağını bilmek zordu” diye anlatıyor O’Malley, “Wisconsin’de bir istasyon ‘Burada saat on iki ve yağmur  yağıyor’ derse, raporu okuyanların bunun güneş saatiyle mi, Milwaukee saatiyle mi, yoksa  bambaşka bir standarda göre mi on iki olduğunu bilmeleri gerekiyordu. Hava Durumu Bürosu ve uluslararası jeofizik cemiyeti  ısrarla standardizasyon istiyordu.”

Bu senkronizasyon isteklerinin ardındaki itici gücün büyük bir kısmı sanayileşmenin taleplerinin bir sonucuydu. Ama durum bununla sınırlı  değil:  “Zaman”ın bir ürün olarak pazarlanma  potansiyelini fark eden birkaç girişimci de vardı. Bu kişilerden ikisi, Samuel Langley ve Leonard Waldo, standardizasyon hareketinde özellikle önemli roller oynadı.

Sonradan Smithsonian Enstitüsü Sekreteri olan Samuel P. Langley, zaman koordinasyonu için artan talepten  kazanç sağlayan ilk kişiydi. 1867 yılında, Langley, Allegheny, Pennsylvania’daki can çekişen bir gözlemevinin yöneticiliğini devraldı ve buranın zaman kaydetme yeteneklerini hızla geliştirdi. Daha sonra Western Union’ı, gözlemevini  şehrebağlamak  konusunda  ikna  etti. Kısa bir süre sonra da zamanı, gözlemsel zaman sinyalleri biçiminde, Pittsburgh’daki sanayilere telgraf havalesi yoluyla kelimenin tam anlamıyla satmaya başladı.

Örneğin, Pennsylvania Demiryolu, Allegheny Rasathanesi’nin  zamanını  1871 yılında kendi resmi standartları olarak ilan etti ve Langley sinyallerini almak için yılda bin dolarlık bir anlaşma yaptı. Langley de,  birbirini  tutmayan çok sayıda yerel saat yerine tek bir standart saate sahip olmanın avantajları hakkında bir dizi makale yazarak standardizasyon konusunda kendi propagandasını yapmak için çaba sarf etti. Yerel saati, tıpkı “merkezileşmenin ilerlemesi ve ticaret ve seyahat  takası”nın  demode kıldığı yerel ağırlık ve ölçüler ya da yerel sikkeler gibi“ uydurma” ve “eskinin  bir yadigârı” olarak adlandırıyordu. Langley,  zamanı meta haline getirmiştir. Bu ise vaktin nakit olduğu fikri üzerine yeni bir bakış açısıydı.

Birkaç yıl sonra, Harvard’da ve daha sonra Yale’de benzer bir zaman hizmetinin yöneticisi olan Leonard Waldo bir  adım daha ileri gitti. Waldo zamanın bilimcilerin kontrolü altında olması gerektiğini savunarak konunun ahlaki boyutunu daha da yüceltti. “Doğru zamanın oluşturulması” diyordu, “doğası gereği eğitimseldir, çünkü yaşamak için gerekli günlük işleri  yapmada  kitlelere  belli bir kesinlik  telkin ederek, belki de daha sağlam bir ahlaka katkıda bulunur.” Fabrika işçilerinin ihtiyaçları hakkında demiryolu yetkililerine verilen bir raporda, Waldo şunu iddia ediyordu, “bu  insanlara kesinlik ve dakiklik alışkanlığı kazandıracak, istihdam süresi için verilen ücretler söz konusu olduğu müddetçe hem işvereni hem de işçiyi aynı katı tarafsızlıkla etkileyecek bir hizmet, devlet için büyük bir fayda sağlayacaktır.” Hâlihazırda organize olamayan işçileri düzenleyici bir otorite olarak standart zamanı koymak, Waldo’ya göre yetkililerin zorunlu olduğu bir durumdu.

Waldo’nun  gerekçeleri sadece başkalarının iyiliği için olmayabilir. Öncelikle Yale Zaman Gözlemevi’ndeki müdürlüğü için maaş alıyordu. Sonra 1880 yılında, Yale Winchester Rasathanesi’nde, saatleri puanlayarak ve testederek standart bir zaman düşüncesini yaymak üzere  tasarlanan Horoloji Bürosu’nu kurmuştu. Kurumsal müşteriler, muayene için saatlerini oraya göndermeye teşvik ediliyor, bunun için de hatırı sayılır bir ücret ödüyorlardı. Nihayet 1882 yılında Standart Zaman Şirketi’ni kurdu. Bu, ev ve işyerlerine yine ücret karşılığında telgrafla doğru zaman sinyalleri gönderen bir anonim şirketiydi.

1883 yılında, büyük ölçüde Langley ve Waldo  kampanyalarının bir sonucu olarak, demiryolları bugün ABD’de kullanılan dört zaman dilimini oluşturmuştur. 1918 yılında federal hükümet dört saat dilimini yasallaştırarak ABD’deki zaman standardizasyonunu tamamlamıştır.

SAAT ZAMANININ ÜSTÜNLÜKLERİNİ PAZARLAMAK

Langley, Waldo ve rakiplerinin sunduğu zaman hizmetleri “ana” saatleri, arada mesafe bulunan “tabi” ya da “kontrol edilen” saatlerebağlayan senkronize edilmiş sistemler sunmuştur. Yeni sistem yayıldıkça yerel saatlerinsayısı da artmıştı. Ana saatin zamanına bağlanabilecek saatlerin getirileri önce büyük kuruluşlara, sonra da daha ufaklara yayılmıştı. Kısa bir süre sonra ise, saatler halka kitlesel olarak pazarlanmaya başladı. Langley ve Waldo “zamanı” satarken, saat şirketleri de saatleri aktif biçimde pazarlayarak kendi işlerini büyütüyorlardı.


Waldo’nun önderliğini devralan, saat şirketlerinin başlıca pazarlama stratejileri bizzat saat zamanının sağlamlığını -doğasındaki üstünlüğünü- desteklemek oldu. Reklam kampanyaları dakikliğin ahlaki erdemlerini pazarladı. Örneğin, Electric Signal Saat Şirketi’nin 1891 tarihli kataloğu, belli aralıklarla zil çalmak üzere kurulan (şimdilerde okullarda yaygın olarak kullanılan saate-bağlı ziller gibi) programlı saatlerin reklamını yapıyordu: “Eğer başarılı olmak isteyen kişinin diğer bütün erdemlerden daha fazla geliştirmesi gereken bir erdem varsa o da dakikliktir; kaçınması gereken bir hata varsa o da geç kalmaktır.” Katalogdaki iddiaya göre şirketin –çarpıcı biçimde Autocrat adı verilen- en iyi modeli “askeri bir kesinliğe sahiptir ve pratikliği, çabukluğu ve kesinliği öğretir. Bu sistemi kullanan bir okul, ofis ya dafabrikada ne unutkan bir görevlinin ne de birilerinin saatinin kaprisini çekmeye gerek kalır, çünkü ofis saati artık kurum için standart zamanı göstermektedir.” Broşürdeki açıklamaya göre Autocrat yalnızca zamanı standartlaştırmakla kalmıyor, şeflere disiplinlerini kendi görüşalanlarının ötesine doğru genişletmek için bir araç da sunuyordu. “Başıboş ve geç kalmayı adet edinmiş kişileri kökten değiştirir” diye belirtiyordu, “çünkü bu sinyallerden kaçış yoktur. Sinyaller, ofisindeki standart saataracılığıyla konuşan yöneticinin sesidir.”
 
Rakip Blodgett Saat Şirketi de benzer bir satış yaklaşımı benimsedi: 1896 yılındaki broşürlerini “Düzen, dakiklik ve sistemli olma; gençlerin zihnine işlenmesi gereken temel prensiplerdir” iddiasıyla bastı. “Bu prensiplerin bir okulda örneklenebilmesinin hiçbir yolu bu saat kadar etkili değildir.” Broşür iddialarını Massachusetts’teki bir lisenin müdüründen gelen bir referans mektubunu yayınlayarak noktalıyordu. Müdür şunları söylüyordu: “Okuldaki hiçbir asistan çabukluk ve sadakatkonularında Blodgett saatinin önüne geçemiyor... Okulu için değerli (aynı zamanda öncelikli de demeliyim) bir asistan arayan bütün okul müdürlerine tereddütsüz öneririm.”

1880’lerde Willard Bundy adında NewYorklu bir kuyumcu ile Alexander Dey adlı İskoç bir doktor ve matematikçi birbirlerinden bağımsız olarak, işçilerin kesin biçimde işe giriş ve çıkış yapmasını -diğer bir deyişle saat basmasını- sağlayacak zaman kaydetme sistemleri geliştirmişlerdi. 1907 yılı itibarıyla, neredeyse bütün öncü zaman kartı basma sistemleri International Time Recording Company olarak bilinen, sonraları IBM olan şirket tarafından satın alınmıştır. O’Malley onların da ürünlerini dakikliğin erdemine başvurarak pazarladığını anlatır. International Time Recording Company’nin 1914 broşürü,“saatlerin para tasarrufu yapacağını, disiplin uygulayacağını ve verimli zamana katkı sağlayacağını” iddia eder. Aynı zamanda “kaydedilen zaman, zamanın değerini bireylerin kafasına sokarak dakikliği teşvik eder.” Bu cihazların fabrikanın karakterini geliştirdiği öne sürülür. “Bir tesisin disiplini için” diye devam eder bir başka broşür, “ya da o tesisin pürüzsüz ve kârlı çalışması için; düzensiz görünüşlü, işe geç gelip fırsat buldukça kaytaran bir insan grubundan daha felaket bir şey yoktur.” Yeni zaman kaydediciler “bu istenmeyenlerin ayıklanmasına” yardım sözü veriyordu. 

İnsanları “gözetlemek” (watch) çift anlamlı popüler bir deyim haline geldi.
Saatçiler bu terimin en büyük destekçileriydi. Örneğin, Waterbury Saat Şirketi için hazırlanan 1887 tarihli bir kitapçığın kapağında şöyle yazıyordu: “İşçi Dikkat: Bu zamanlarda herkesi gözetlemek bir gereklilik haline geldi. Bunun nasıl yapılacağı üzerine eksiksiz talimatlar için bu kitabı okuyun.” Kitapçığın son sayfası, eli bir adamın omzunda duran bir polisi gösteriyordu. İkincisi şöyle diyordu: “Beni gözetlemenize gerek yok Polis Bey, çünkü dünyanın en iyi saatine sahibim - WATERBURY.”
Yeni sanayi toplumunun ahlak bekçileri saat zamanının erdemlerine ikna olmuşlardı ve kendi seslerini onun tanıtımı için kullanmaya her zamankinden daha fazla gönüllülerdi. Geç kalan kişi sosyal açıdan aşağıda ve bazı durumlarda ahlaki olarak yetersiz kabul ediliyordu.

Dakik davranışın aciliyeti okul kitaplarında, özellikle baskıcı propagandalarla servis edilmiştir. Örneğin, 1881’de, McGuffey’s Readers’ın bir beşinci sınıf dersi şu senaryo ilebaşlıyordu: “Bir tren demiryolu üzerinde neredeyse yıldırım hızıyla ilerliyordu. Kondüktör geç kalmıştı ama virajı güvenli biçimde geçmeyi umuyordu... Bir anda çarpışma meydana geldi: Bir çığlık, bir şok ve elli kadar ruh sonsuzluğa kavuştu. Tüm bunlar, bir mühendis geç kaldığı içindi.” Ders, temsilcisi ödeme yapmakta geciktiği için başarısız olan bir firmayı ve bağışlandığı haberini taşıyan ulak beş dakika kadar geciktiği için idam edilen masum bir adamı anlatarak devam ediyordu. Büyük finalde, dersin iddiasına göre “Napolyon, St.Helena’da bir mahkum olarak ölmüştü, çünkü generallerinden biri geç kalmıştı.” (Keşke Napolyon’un generalinde birkaç tane McGuffey’s Reader olabilseydi, diyor MichaelO’Malley.) Ders şöyle sona eriyordu: “Bu hayatta da sürekli böyledir. En iyi planlar, en önemli işler, insanların serveti, onuru, mutluluğu, hatta hayatın kendisi her gün feda edilir; çünkü birileri geç kalmıştır.”

Dakiklik özelliği başarı ve kazançla özdeşleştirilir hale geldi. Saat zamanıyla yaşamak, gelişmekte olan yeni bir sınıfın karakteristik özelliklerinden biri olmuştu. Bir saat sahibi olmak kardeşliğe girişi simgelemeye başlamıştı. Tarihçi John Cawelti, HoratioAlger’in hikâyelerinde kahramanın orta sınıfa ait olduğunu gösteren iki hayati olaydan ilkinin iyibir takım elbiseye sahip olması, ikincisinin de iyibir saat satın alması olduğuna dikkat çeker.“Yeni saat” diye açıklar Cawelti, “daha yüksekbir pozisyona ulaşmasını imler ve dakikliğiyle zamana duyduğu saygının bir işaretidir.” Saatler öylesine değerli statü sembolleri haline gelmiştir ki, daha yoksul bazı Amerikalılar “saat kulüpleri” oluşturmuştur. Bunlar aslında yeni bir saat satın alınması için her katılımcının haftalık ücret ödediği saat piyangolarıydı. Haftanın sonunda ödülü eve kimin götüreceğini belirlemek için çöp çekerlerdi. Kişinin saatinin bakımını uygun şekilde yapması bile bir karakter işareti olarakgörülüyordu. Yükselişte olan genç bir adam,“gerçek saat kurucu” deyimiyle anılıyordu. Saat kimliği kuruyor ve kişinin sosyal statüsünü ilan ediyordu.

FREDERICK TAYLOR’UN VERİMLİLİK MÜHENDİSLİĞİ

Saat zamanına duyulan tutku Frederick Taylor ve onun “verimlilik mühendisliği” sistemi ile doruk noktasına ulaşmıştı. “Bilimsel yönetim”in babası olarak bilinen Taylor, saati fabrika yönetiminin yeni Kutsal Kase’sine ulaşmak için yapılacak bir haçlı seferinin içine dahil etti: Mutlak verimlilik. Bilimsel yönetim hareketinin ilginç bir buluşu, Taylor’un ilk müritlerinden Frank B. Gilbreth’in parlak fikri olan “eylem ve zaman çalışmaları”dır. Bu teknik, bir şirketin işlerini bileşenlerine ayırmak ve her bir bedensel hareket için standart bir sürebelirlemek gibi ikili bir amacı gerçekleştirmek üzere, bir işçinin her hareketini filme almayı içeriyordu. Saliselerine kadar hesaplanan bu optimal süreler neredeyse her görev için oluşturulmuştu. Bu süreçte, Jeremy Rifkin’in de anlattığı üzere: Makine terminolojisi kullanılarak çeşitli hareketlere standart isimler atanıyordu. Örneğin, “temas kavrama” bir nesneyi parmak uçlarıyla tutup kaldırmaya deniyordu. “Yumruk kavrama”da başparmaklar diğerparmakları destekliyordu. “Sargı kavrama”, kişinin elini bir nesnenin etrafına sarması anlamına geliyordu... Görev bir kalemi kaldırmayı gerektiriyorsa, aşağıdaki biçimde tarif edilecekti: boş nakil, yumruk kavrama ve yüklü nakil.
Optimum standartlar oluşturulduktan sonra her çalışanın her hareketinin süreleri tutuluyordu. Fabrika sahipleri daha sonra “lüzumsuz” -konuşma, esneme, başını kaşımaya da herhangi bir “fazladan” davranış gibi-hareketleri, eldeki üretime doğrudan etki eden hareketlerden ayıracaktı. Bu ölçümlerin kesinliği en sonunda dakikanın on binde biri oranında kusursuzlaştırılmıştı. Taylor bu bilimsel mühendislik yönteminin, bütünsel bir nesnellikle uygulandığında, her meslek için mükemmel akışkanlıkta bir “standart zaman” yaratacağına inanıyordu. Taylor’un tekniği daha sonra fabrikanın tamamına uygulanmıştır. Her işin minimal standartlarını oluşturduktan sonra, süreçteki her bir aşama merkez ofiste bulunan ana saatin düzenlemesi altında ardışık adımlarla birbirine bağlanıyordu. İşçiler bir işe başlayıp onu tamamladığında, kartları ikincil bir “yardımcı” saat tarafından zımbalanıyordu. Bu kartlar, kullanılan sürenin resmi standartla karşılaştırıldığı merkezi planlama ofisindeki bir “zaman memuru”na gidiyordu.

Zaman ve hareket çalışmaları neredeyse her çalışma ortamında uygulanmıştır. En küçük görevlerde bile standartlaştırılmış zaman hedeflenmiştir. Örneğin, Amerikan Sistemler ve Prosedürler Derneği’nden bir zaman çizelgesi aşağıdakilere benzer faaliyetler için hedeflenen zamanlar önermektedir: dosya çekmecesini açma ve kapama, seçim yok = .04 saniye;
ortaçekmeceyi açma = .026 saniye; orta çekmeceyi kapama = .027 saniye; yan çekmeceyi kapama =.015 saniye; sandalyeden kalkma = .033 saniye; sandalyeye oturma = .033 saniye; dönersandalyeye gitme = .009 saniye; sandalyeyi bitişik masa veya dosyaya götürme (en fazla dört metre) = .050 saniye.
Taylorizm, verimliliğin değerini ve saat zamanının önemini yeni boyutlara taşımıştır. Ekonomist Harry Braverman, Taylor ve öğrencilerinin çalışmalarının “Federalist Yazılardan bu yana Amerika’nın Batı düşüncesine yaptığı en uzun soluklu katkı” olduğunu iddia etmiştir. Rifkin’e göre “Yeni kadın ve erkek nesneleştirilmeli, nicelleştirilmelive saat mekanizması ile mekaniğe ait dilde yeniden tanımlanmalıdır... Her şeyden önce de, yaşamları ve zamanları saatin düzenine, planlamanın önkoşullarına ve verimliliğin buyruklarına uymalıdır.” Zaman geçtikte bizzat kronometre Taylorculuğun simgesi haline gelmiştir. Bu da er ya da geç Tiktakadam’ın düşmanlarını harekete geçirecektir.
...

Zamanı nasıl tanımladığımız ya da ölçtüğümüz neredeyse dinsel bir meseledir. Ve insanlar dinsel olanı kolayca değiştiremezler..."

BONUS 
https://www.bbc.com/future/article/20200306-how-to-live-without-time

Posted in | 0 yorum

Porno Musical.ly'deki En Kötü Şey Değil

Şu makalenin çok da profesyonelce olmayan bir çevirisi, düzeltme önerilerine açığım:

Kızım 10 yaşında. Musical.ly uygulamasını telefonuma yüklememi istiyor ki komik müzik videoları çekebilsin. Herkeste var, diye ağlıyor, hatta annesi FBI ajanı/sosyal yardım işçisi/pediatrist/çocuk bakıcısı olanlar bile.

Vauv. Pekala. O halde...

Kızım okuldayken uygulamayı telefonuma indiriyorum ama hesap açmadan içeriği görüntülememe izin vermiyor. Chardonaynay49 ismiyle bir hesap açıyorum, sonra onu silip daha az annesel bir isimle hesap açıyorum – gummibear9 (jelibonayıcık9) .

Tek kelime deneyimimi özetliyor: HayattaOlmaz-ÇocuğumBuUygulamayıEdinmeyecek.

Musical.ly masum görünüyor – sadece müzik videoları çeken çocuklar, ve öyle, ama daha çok böyle: Milyonlarca kullanıcının internete yüklediği içerik, aynı zamanda canlı yayın da yapabiliyorlar, ben de Musical.ly yi kullanırken ilk pornoyla böyle karşılaştım. Çok yardımsever çıplak bir adam kendi canlı yayınını canlı olarak yayınlıyordu (ne demek istediğimi anladınız).

E çocuklar nasıl olsa böyle şeyleri eninde sonunda görecek değil mi? Şimdiden görmelerine izin verebiliriz. Oldu olacak şimdiden sarhoş olmalarına, kafaları çekmelerine de izin verebiliriz. Sonsuza dek onları bir kabarcığın için tutamayız. 8 yaşındaki çocuklar 5 yıldır altbezi kullanmıyor; eğer oturağa işeyebiliyorsan, internette de kendini idare edebilirsin değil mi? Haklı mıyım?

Aşırı tepki gösterdiğimi düşünen arkadaşlar kızımın hesabını özel e çevirirek sübyancıları uzak tutabileceğimi söylüyor, ama sübyancılar benim en büyük kaygım değil. Nedeni de bu: Farzedelim çocuğunuzu görünmez yapabilirsiniz. Görünmez çocuğunuzu şehir merkezinde herhangi bir alışveriş merkezinde bırakıyorsunuz. İçerde kim var hiç bir fikriniz yok – şanslıysanız içerisi Nobel Barış ödülü kazananlarla, seritifikalı pediatristlerle dolu, ve J.K. Rowling. Dua edin içerisi insanlığın en kötü örnekleriyle dolu olmasın. Kimse çocuğunuzu göremiyor, ama çocuğunuz herkesi görüp herşeyi duyabiliyor. Bunu yapar mıydınız?

Tabii ki yapmazdınız. Çoğu ebeveyn çocuklarının kime ve neye maruz kaldığına dikkat ediyor. Çocuğunuzun hesabı görünmez olsa bile, gene de tüm benliğiyle orada olacak, ve herşeyi içine alacak.

Affedersiniz, bir vampirle çiftleşen çizgifilm bir ayıyı nerede bulabilirm?”

19 numaralı reyon, B bölümü, sonsuz içeriğin sol tarafında.”

Teşekkürler.”

Problem değil. Benim adım Sosyal Medya. Dilediğinizce 2 milyar insanın kişifel fotoğraflarını, videolarını ve ağız ishalini -yorumlarını- keşfedebilirsiniz.”

Sosyal Medya insan hayalgücünün Costco su gibi (bir tür üyelik gerektiren ucuz market zinciri sanırım -S). Willy Wonka ve Çikolata Fabirkası'ndaki o şarkıyı hatırlıyor musunuz? “Benimle gel/ ve saf hayal gücünden oluşan bir dünyada olacaksın..” Kulağa harika geliyor. Ta ki çocuğunuzun kimin hayal dünyasına girdiğini hesaba katana dek.

Ahh. Ama çocuğum çıplak fotoğrafları ve şiddet içeren videoları youtube'da görünteleyemiyor, çünkü ebeveyn kontrollerini açtım.

İyi yapmışsınız. Fakat maalesef, ebeveyn kontrolü 12 yaşındaki Gabbie Green'in intiharını engelleyemedi, bir çok sosyal medya ve mesajlaşma platformunda diğer çocukların siber-zorbalığına maruz kaldıktan sonra. Snapchat, Instagram, Musical.ly, Facebook, Kik uygulamarında “ebeveyn kontrolü” diye bir şey yok. Marco Polo, Yellow, SayAt.me ve Monkey adlı mesajlaşma uygulmalarında da yok (hiçbirini bilmiyorum ama popüler şeyler olsa gerek -S). Liste böyle gidiyor da gidiyor. Ve hayır, çocuğunuzun söylediklerini gözden geçirmeniz mümkün değil (veya çocuğunuza söylenenleri) çünkü çoğu mesaj yollandıktan sonra silinebiliyor yahut yollandıktan sonra kendi kendini siliyor.

Soru: benim çocuğumun senin çocuğuna haftanın 7 günü 24 saat erişimi olmasını istiyor musun?

İyi. Çünkü ben de senin çocuğunun benim çocuğuma öyle bir erişimi olmasını istemiyorum. Gençlerde frontal cortex (önbeyin, ön lob) gelişimini henüz tamamlamamış oluyor. Dürtüsel ve ben-merkezci oluyorlar. Korkunç kararlar verip bir köpekbalığından daha zalim olabiliyorlar. Ayrıca çatışma yönetimi becerileri de berbat. 6. sınıf (11-12 yaş) öğrencileri henüz saçlarındaki nemlendiriciyi bile durulama konusunda ustalaşmış değiller, ve biz onlara sınırsız halka açık ifade etme gücü mü veriyoruz? Ülkenin başkanı bile internette kendini kontrol edemiyor, stabil bir dahi olmasına rağmen.

Kime hangi gücü vermemiz gerektiği konusunda dikkatli olmamız gerektiği açık.

Ama Musical.ly ye geri dönelim...

Porno Musical.ly deki en kötü şey değil

En kötü şey, çocukları (8 yaşından başlayarak) kendilerini cinsel objelere çevirirken izlemek. Bunu doğru yapan çocuklar (genç Kardashianlar) takipçi kazanıyor. Yanlş yapan çocuklar -yeterince “seksi” olmayan, yeterince komik olmayan, yeterince kavrama becerisi olmayan çocuklar- yorumlarda açık açık alay ediliyor. Daha kötüsü, “yüz kızartan” lip-sync ler yapan çocuklar “Musical.ly Yüz Kızartan Video Derlemelerinde” (“Musical.ly Cringe Compilation” ) ölümsüzleştiriliyor. Bu videoların bazıları 5 milyondan fazla izlenmiş. Kalbim sadece istismar edilen çocuklar için sızlamıyor, Musical.ly de (veya Youtube) gezinirken bütün bu çirkinliğe tanık olan tüm çocuklar için sızlıyor.

Daha da kötüleşiyor...

Musical.ly filtrelerini aşan bir tür şifreli dil var. Bazı çocuklar kendi videolarını şöyle etiketliyor thot – That Ho Over There (oradaki fahişe?)- yahut fgirl, sxy, whooty (white girl with booty – koca popolu beyaz kız), sin (günah). Bunları takip etmeye çalışırken bol şans, bu şifreler haftadan haftaya değişiyor. Bir de şarkı sözleri var- kolayca etkileniyorsanız burada okumayı bırakın- kaba, sert sex üzerine şarkı söyleyen çocuklar. 9 belki 10 yaşında gördüğüm küçük bir erkek çocuğunun kullanıcı ismi cinsel açıdan o kadar grafikti ki okduğum şeyi anlamakta güçlük çektim. Küçük bir çocuk. Genç de değil. Çocuk.

...Ve çok daha kötüsü

#killingstalking (takip edip öldürme) etiketli Musical.ly ler var, bunlar erkek çocuklarının kızların boynuna bıçak dayadığı karanlık temalı (sanatsal? duygusal?) videolar. #selfharm (kendine zarar verme) etiketli, intihar seçeneklerini gösteren videolar var – küvetler suyla doluyor, jilet/bıçak görüntüleri, artık yaşamak istemediğini söyleyen kız çocuğu sesi. Göğsü kanayan bir erkek çocuğu videosu da gördüm (evet, gerçek kan). Gördüğüm bir kızın uylukları da o kadar kesikler içindeydi ki bu makaleyi yazmaya ara vermek zorunda kaldım. Uzun bir ara. Görüntüler derinden rahatsız edici. #cutter (kesici) ve #triggerwarning (tetiklenme uyarısı) ve #anorexic (anoreksik) videoları var. Yeme bozuklukları olan bazı akıllılar da videolarını proana (pro anorexia - anoreksi taraftarı) diye etiketliyor. 11.000 den fazla #selfhate (kendinden nefret etme) etiketli video buldum. Böyle gidiyor da gidiyor. Her etiketin kendi sihirli gardrobu var, her zaman kış olan ama asla Noel olmayan bir aleme açılan bir kapı. Sanki Narnia ama Aslan eksik. O halde çocukları kim kurtaracak? Görünüşe bakılırsa, diğer çocuklar.

Küçük Çocuklar kendilerinden azıcık daha büyük diğer küçük çocukları kurtarmaya çalışıyor Musical.ly'de (Evet, bu cümleyi bilerek yazdım)

Çabaları güzel gözükebilir, hatta umut dolu gözükebilir, ama değil. Bir çocuğun başka bir çocuğun karanlığına adım atması güzel değil, yanlış. Bir #intihar videosunun altında şu yorumu gördüm: “Sen güzelsin lütfen kendini öldürme, ben 10 yaşındayım ama arkadaşın olurum”. Çocuklar esprili çizgifilmler izlemeli, bisiklete binmeli, çamurla mamurla oynamalı, sanat yapmalı, Minecraft oynamalı, satranç öğrenmeli, ve kötü sihir numaralarıyla canımızı sıkmalı. Diğer çocukların kendilerini öldürmesini engellemekle uğraşmamalı.

Fazla mı dramatiğim?

Orasını size bırakıyorum, tek bir şartla. Hayatınızın birkaç haftasını bu etiketlere ayırın. #fgirl (fuck ile kız kelimesinin birleşmiş hali gibi) ve #cutting dünyasının içinde sürünün. Bir süre zaman geçirin. Unutmayın, içerik sürekli değişiyor, o yüzden öyle hemen bir girip çıkıp sonra netflix'te dizi izleyerek anlayamazsınız. Gerçekten anlamak için, Musical.ly yi -ve herhangi bir sosyal medyayı- bir çocuğun kullandığı gibi kullanmalısınız.

Bana en çok sorulan soru

Ebeveynleri bu çocukların böyle videolar paylaştığını/izlediğini biliyor mu?” Tabii ki hayır. Dylan Klebold'u hatırlıyor musunuz? Columbine olayında okulda ateş açan çocuklardan biriydi, depresif olan (psikopat olan değil -o Eric Harris idi, onun toksik arkadaşı.) Dylan nazikti, komikti ve öğretmenleri tarafından çok sevilirdi. İyi bir aileden geliyordu -ebeveynleri ile de yakındı, özellikle babsıyla. Çocuklarının intihar eğilimi hakkında hiç bir fikirleri yoktu, cinayet eğilimi hakkında da. Kendilerine zarar veren veya şiddet eylemleri gerçekleştiren çocukları duyduğumuzda korkunç ebeveynler hayal ederiz: Eh, durumu bu açıklıyor! Dylan'ın annesi sevgi dolu, pratik ve dikkatli birisiydi. O sendi. O bendi. Çocuğunun öğle yemeği arasına küçük notlar sıkıştıran cinsten bir anneydi. Burada öğrenilmesi gereken ders sosyal medyanın ve şiddetli bilgisayar oyunlarının çocukları intihara ve okulda ateş açmaya sürüklemesi değil. Ders, biz ebeveynlerin çocuklarımızı zannettiğimiz kadar iyi tanımadığımız/bilmediğimiz. Bildiğimiz tek şey ergen beyninin hassas, duyarlı olduğu ve kolayca etkilenebildiği. Çocuğunuzun beyninin ne gördüğü ve ne ile vakit geçirdiği önemli.

Dylan'ın annesi bir kitap yazdı. Yürek burkucu ve göz açıcı. Haftalar önce bitirdim ama bir parçası aklımdan çıkmıyor: “Dylan'ın günlüğüne yazdıklarını o hayatta iken okumuş olmak için feda etmeyeceğim hiç bir şey yok; o karanlık boşluktan onu ve kaybolan diğer masum hayatları hala çekip çıkarma şansımız varken.”

 
Yukardaki Musical.ly ekran alıntısına bakın, altındaki yorumu okuyun ("Keşke ben de senin gibi görünseydim" yazıyor). Dışarlarda bir yerde bu kızın annesi muhtemelen kızının komik lip-sync videoları izlediğini düşünüyor, boşluğa uzandığını değil. Bu vakada anoreksi çağırıyor. Dylan'ın vakasında intihar çağırıyordu. Diğerleri için, kendinden nefret etme dolu yaşayan bir cehennem. Sıfır bildirim. Sıfır takipçi. Sevginin yokluğu -diğer çocukların binlerce takipçi, beğeni ve kalplerle edindiği türden bir sevgi- somut bir kanıt: Dünya benim bir kaybeden/ezik olduğumu düşünüyor. Kendi yüzlerini çirkin kelimesiyle etiketleyen çocuklar var. Dünyanın bunlardan tabii ki haberi yok. Ama çevrimiçi kimliği olan bir çocuk için, bu reddedilme hissi küresel.

Bütün çocuklar karanlığın içine kaymıyor, ama çoğu yaklaşıyor. Neden? Çünkü beyinleri dürtülere karşı duyarlı. Beyin doktorları bu şekilde açıklıyor: "Limbik sistemde önemli değişiklikler meydana geliyor, bu kendini kontrol edebilme becerisini, karar verme yetisini, duygularını ve risk-alma davranışlarını etkiliyebiliyor. Beynin ön lobunda aynı zamanda miyelin sentezi artışı yaşanıyor, bu da ergenlikteki bilişsel süreçlerle alakalı." Yani şöyle de diyebiliriz; çocuğunuzun beyni yarı-pişmiş durumda. Çocuğunuza çevrimiçi anahtarları teslim etmeden önce bu zafiyet hakkında iyice düşünün. 

Soru: Çocuğun telefonda  ne kadar vakit geçiriyor?

Herhangi bir ekranda? 8-12 yaş arası günde ortalama 4 saat, gençlerde bu süre kaydadeğer ölçüde daha fazla. Bu çocuklar yetişkin olarak topluma girdiğinde ne olacak? Kendi hayal dünyalarını keşfetmek için asla kesintisiz zaman tanınmayan, boş bir sayfa bulamayan çocuklar kime dönüşecekler? Veya çevrelerindeki zengin, karmaşık dünyadan -sanattan, hikayelerden, boş bir alandan, gerçek insanların gerçek hayat hikayelerinden bir şeyler alma fırsatı bulamayan çocuklar -onun yerine yabancıların homojen, hiper-seksüelleştirilmiş sanal dünyalarından ilham alan çocuklar.

Nefes almak için alan

Eğer çocuğunuzun bir çevrimiçi benliği yoksa, büyük ihtimalle sosyal çevresi de kısıtlıdır -okuldan arkadaşlar, komşular, aile. Okulda zor bir gün geçirdiyse, öğleden sonra çalan zil onu özgür kılıyor. Okulda öğle yemeğinde ona sataşan ahmaklar onunla birlikte akşama evine kalmaya gelmiyor. Düşünmek, sizinle olmak, okumak, köpeğine sarılmak, kendini ve cesaretini toplamak için bir alanı var. İnternetteyse okul zili yok, kaçış yok; kızının varlığı küresel, hataları da öyle. Alay edilme kalıcı. Ergenlik zaten fiziksel olarak yeterince asap bozucu, bir çocuktan ayrıca bir de çevrimiçi ego idare etmesini istemek, uçak düşerken ipliği iğneye geçirmeye çalışmasını istemek gibi.

Çevrimiçi benlik ticarileştirilmiş bir benlik

O benlik kaç "Like/Beğeni" değerinde? Kaç takipçi? Bir çocuk değerinin bir sayı tarafından belirlendiğini çabuk ve sert bir şekilde öğrenir. Olumsuz düşünce zincirleri kaçınılmaz: Diğer herkesin daha çok takipçisi var. Diğer herkesin daha çok beğenisi var. Dün postaladım ama sadece 2 kişi beğendi. Araştırmalar gösteriyor ki 10 yaşlarındaki genç kızlar bile kendi beden imajlarıyla ilgili sıkıntı yaşıyor, Instagram kullanırken anksiyete/endişe maduru oluyorlar. Time dergisindeki bir makalede, Frances Jensen (Pensilvanya Üniversitesi Perelman Tıp okulunda Sinirbilim bölümü başı), Sosyal medya ve akıllı telefonlar anksiyete ve depresyonun en temel sebebi değilse bile "Hızlandırıcı etkileri olabilir, bir ergenlik endişesinin kıvılcımını alevlendiren benzin etkisi yaratabilir" diyor.

(Buradan sonrasını çok da içime sinerek tercüme etmedim açıkçası, biraz çaresizlikten doğan garip öneriler, ama orasını şimdilik fazla kurcalamadan tercümeye devam -S)

Orada mısın Bill Gates? Benim, Çocukluk

Eğer Bill ve Melinda Gates dinliyorlarsa belki Amerikan çocukluğunun bu manzarasını değiştirecek bir şeyler yaparlar.(Melinda endişeli bir anne olarak bu konu hakkında kendisi de bir makale yazdı.) Belki Melinda ve Bill bir teşvik teklifinde bulunabilirler. Mesela bu nasıl: Eğer bir çocuk BÜTÜN sosyal medyadan uzak durursa -Snapchat yok, Instagram yok, Musical.ly yok, KiK yok vs.- 16 yaşına gelene kadar, Gates derneği çocuğa 1600 dolarlık bir çek yazacak 16. yaş gününde. O parayı da çocuk dilediği gibi kullanabilir -kolej masraflarına yatırmak zorunda değil. Alışveriş yapabilir! Arabaya yatırabilir! Konser biletleri!

Çocuklara bundan daha önemsiz başarılar için para ödülü verdiğimiz oluyor- bowling turnuvaları, heceleme yarışları, sanat müsabakaları. "Mahalle" baskısına karşı galip gelmekten daha çok ödülü hak eden ne olabilir? #16için16. (veya o imkansız gibi geliyorsa, #15için15.) Sosyal medyayı  öteleyen gençler de var. Mesajlaşıp telefonlaşıyorlar ama içinde gezinip bir şeyler postalamıyorlar. Bağımlılığı reddediyorlar. Burada ve burada yapılabileceğine dair kanıtlara ulaşabilirsiniz.

Bu da kendi kendinize yapabileceğiniz versiyonu:  Her ay 23 doları bir kenara ayırarak, çocuğunuzun 10 yaş ile 16 yaş arasındaki sürede 1600 dolar biriktirip onu zor bir işi başarıyla tamamladığı için ödüllendirebilirsiniz -ayrıca elinizde de 56 dolar kalır onu da orta-yaşlı kendinize bir şarap ve atıştıracak tuzlu bişeyler almak için kullanabilirsiniz. İyi bir pazarlık. Artı, çocuğunuzun bir arkadaşı: "Aman tanrım! Instagram'da yoksun!" dediğinde çocuğunuz da "Evet, ve bunun için ödeme bile alıyorum" şeklinde durumu kurtarabilir. Ülkenin geleceğine yatırım olarak nasıl ama?

Çocuğunuz için şu anda yapabileceğiniz iki şey:

  •  Eğer çocuğunuzun bir iPad'i varsa, Safari'yi etkisiz hale getirin. Artık iPad in küresel ağız ishali deposuyla bağlantı kapısı yok. Sadece sizin sunduğunuz uygulamaları kullanabilirler. Bing bang boom. Gayet kolay.
  •  Sadece hayır deyin. Bir kere Musical.ly ve Instagram gibi sosyal medyaya evet dedikten sonra, geri almak gerçekten çok zor.

Pediatristinizin de size destek olmasını sağlayın. Çocuğunuzla bir dahaki ziyaretinizde  doktora önceden yazılmış şöyle bir not iletin: "Johnny ... için yalvarıyor (varsayalım Johnny "BÜTÜN" arkadaşlarının oynadığı şiddet içeren bir oyunu istiyor.) Johnny'ye sebzelerini yiyip yemediğini sorduktan sonra, lütfen yaş sınırı olan yetişkin içeriğe sahip oyunları oynamaması gerektiğini hatırlatın. Teşekkürler! 😉"

Bing Bang Boom. Şimdi bilim de sizin arkanızda. Çocuğunuz size gene kederlenirse "Ama Pediatrist'i dinlemezsem ben nasıl bir anne olurum?" şeklinde yanıtlayabilirsiniz.
(Bu kısımdan tiskindim açıkçası dalavere falan da neyse. Dürüstlük gene daha sağlıklıdır sanki.  -S)
İnsanlar bana hayalci diyor...

Geçenlerde kızımın sonbaharda başlayacağı orta okulu bir turladım. Tur rehberlerimiz takdir almış 7. sınıf öğrencileriydi, bir şekilde hem super rahat hem de çok arkadaş canlısı tiplerdi. Havalı saçları olana yanaşıp okuldaki çocukların çoğunda iPhone olup olmadığını sordum. "Bazılarında var evet, ama bende yok." Gözlerim faltaşı gibi açıldı. "İhtiyacım yok" dedi, "çok dikkat dağıtıyorlar. Ona ayıracak vaktim yok." (Ebeveynlerinin de bununla alakası vardır diye tahmin ediyorum.) Okulda olmadığı zaman arkadaşlarıyla nasıl konuştuğunu sordum."Dizüstü bilgisayarımdan veya iPad'imden Facetime yapıyorum, o anda hangisini kullanıyorsam. Veya sadece yazıyorum." Diğer rehbere de aynısını yapıpı yapmadığını sordum. "Flip Phone'um var (kapaklı eski model cep telefonu.) Şapşal bir şey." deyip güldü. Arkadaşı da güldü. Onların yaşındayken benim odamda olan Miki Fare telefonumdan, telefon kulağımı iyice ısıtana dek nasıl saatlerce konuştuğumdan bahsettim.

Benim kızımın kaderi mühürlendi: Gelecek sonbahar kapaklı telefon kullanan şapşal çocuklardan biri olacak. Eğer miki fareli bir telefon bulamazsam. İyi şanslar, şapşal takımı! Bunu başarabiliriz! #16için16 #billgates #çocukluk

İçtenlikle senin, (saygılarımla diye çevrilebilir...)
The Town Prude (Kasaba namuslusu? )

------------------------------------------------------------------------

gibi gibi... Benim için aydınlatıcı bir yazı oldu, sizin için de öyle olmuştur umarım. Orjinal linkte yazının sonunda çocuklar için bir de kamera önerisi ve ebeveynler için kitap önerileri var fakat buraya koymadım. Bana kalsa çocuğu okula hiç yollamamak daha sağlıklı ama pratikte onu başarmak pek kolay değil galiba. Bir de bilgisayar oyunu konusunda fazla korumacı olmaya gerek yok gibi geliyor bana açıkçası, oyun sonuçta, ama neyse tamam. Selamlar sevgiler!


Posted in | 0 yorum

Açıkmeme - sağabildiğin kadar iç 1 lira. inekli restoran fikri


Tutar mı lan yoksa?

cafe gibi de olabilir yahut inekle adamı bi odaya koyucan kapıyı kapıycan, kalabalık gruplara çoklu inek servisi. doğrudan emmek yok, ellere eldiven, bokları da sağan temizler.

Posted in | 0 yorum

oldu

dine de devlete de teknoloji olarak bakmak gerek belki.. ilkel de olsa işe yaradığı için kullanılıyor. beyinler hesaplıyor şu şu davranışlar karlı ona yöneliyorlar. kliselerin haçların bol bulunduğu bir yörede hristiyanlık makulken camilerin islami kültürel çağrışımlı nesnelerin yaygın olduğu bir ortamda ise beyin müslümanlık kimliğini benimsemek durumunda kalır. beyne nüfuz eden yeni bilgiler doğrultusunda davranış da değişim gösterir. alternatifler oluşturmak o açıdan kritik, fakat gelişmiş düşünsel teknolojiler karmaşık olduğundan sağlam bir kültürel altyapı olmadığı sürece geniş kitlelere yayılması zor. tabii internet aracılığıyla çok sayıda insanın beynine kısa zamanda kilit bilgiler aktarmak mümkün, yani modern din/devlet anlayışının evrimi aslında hepimize bağlı.

Posted in | 0 yorum

Makul Devlet

Hiyerarşik yapı yok tek tip üyeler

konuşup anlaşsınlar yerel genel herkeş eşit - konuşulamayan şeyler konuşulur

mülkiyet vb her kavram sorgulamaya teşvik

yasak yok herkes akıllı uslu olsun, fazla vahşileşmeyin

bi ihtiyacınız varsa gelin yardımcı olmaya çalışırız
hatta alın her bireye harçlık

-kedi anayasası

Posted in | 0 yorum

Ya Tutarsa : Nasreddin Hoca ve Bilim Felsefesi

Ya tutarsa kafası ideal bilimsel tavra en güzel örnek değil mi ya?

Saf bir merak
Egodan arınmış, dont-know mind
Doğrudan deney
Bilgi veri algı odaklı

Posted in | 0 yorum

Şiddetsiz İletişim Kapsamında Ricalar ve Talepler arasındaki Fark

Annemle ilişkime yardımı olacağını umduğum için tercüme ettiğim bir metin var aşağıda. Uğraşıp çevirmişken paylaşayım dedim. Marshall Rosenberg'in 'Şiddetsiz İletişim: Bir Yaşam Dili' başlıklı kitabının ses kaydı versiyonundan çevrilmiştir: [Nonviolent Communication Disc 2 - Track 09 The Difference Between Requests and Demands] Kitabın Türkçesi günümüzde kolay kolay bulunamıyor anladığım kadarıyla.

Günlük hayatta büyük önem taşıyan bir konu bence. Şiddetsiz iletişimi anlamak için uygun bir başlangıç noktası olmayabilir, saçma gelir belki lök diye böyle ortasından girince de yine de metni okuyup üstünde düşünmeniz önerilir işte. Buyrun:


"Bir ricada bulunduğumuz zaman diğer insanların onu talep olarak değil de rica olarak alması çok önemlidir. Rica olarak alındığında bu bir hediyedir çünkü o kişiye biz insanların çok sevdiği bir şeyi yapma fırsatı verir: birbirimizin iyiliğine katkıda bulunmak. Ama talep duymaktan hoşlanmayız; özerkliğimizi tehdit eder. Peki bir rica ila talep arasındaki fark nedir?

Benim kullandığım tabiriyle ‘talep’ kişinin bir ricayı yerine getimediği takdirde bir şekilde cezalandıralacağına inandığı durumdur; reddedileceklerine, suçlanacaklarına, ya da utanç duydurtulacaklarına inanırlar. İnsanlar bir ricayı talep olarak görürlerse iki seçenekleri vardır: Teslimiyet ya da İsyan. İki şekilde de ricada bulunan şahıs baskıcı olarak algılanır, ve dinleyicinin merhametle karşılık verme kapasitesi tükenir. Geçmişte ricalarımıza karşılık alamadığımızda insanları ne kadar kınayıp cezalandırdıysak ya da suçluluk duymalarını sağlamaya çalıştıysak, ricalarımızın talep olarak duyulma ihtimali de o kadar yüksek olur.

Bu taktikleri başkaları kullandığı takdirde de bedelini öderiz; hayatımızdaki insanlar başkalarının ricalarını yerine getirmedikleri takdirde ne kadar azarlanıp, cezalandırılıp, kendilerini suçlu hissetmeleri sağlanmışsa, bu yükü sonraki tüm ilişkilerinde de taşıyıp her ricada bir talep duymaları muhtemeldir.

Bir durumun iki farklı halini ele alalım...

Jack arkadaşı Jane’e diyor ki:


-Yalnızım ve bu akşamı benimle birlikte geçirmen hoşuma gider.


Şimdi bu bir rica mı yoksa talep mi? Cevap: Jane reddettiği takdirde Jack’in ona nasıl davranacağını görmeden bilemeyiz. Örneğin Jane’in böyle yanıtladığını varsayalım:


-Jack, gerçekten yorgunum. Kendine eşlik edecek birini istersen, bu akşam için başka birini bulmaya ne dersin?


Eğer Jack sonra böyle yanıtlarsa:


-Hep böyle bencilsin sen zaten!


...o zaman ricası aslında bir talepmiş demektir. Jane’in dinlenmeye olan ihtiyacıyla empati kuracağı yerde, onu söyledikleri için suçluyor.

Bir de ikinci bir senaryo hayal edin:


-Yalnızım ve bu akşamı benimle birlikte geçirmen hoşuma gider.


Jane:


-Jack, gerçekten yorgunum. Kendine eşlik edecek birini istersen, bu akşam için başka birini bulmaya ne dersin?


Jack hiç bir şey söylemeden diğer tarafa döner. Bozulduğunu sezen Jane sorar:


-Seni rahatsız eden bir şey mi var Jack?


-Hayır.


-Yapma be Jack. Bir şeyler olduğunu sezebiliyorum. Sorun nedir?


-Kendimi ne kadar yalnız hissettiğimi biliyorsun. Beni gerçekten sevseydin akşamı benimle geçirirdin!


Yine Jane’in ihtiyacıyla empati kurmak yerine, Jack Jane’in verdiği karşılığı Jane’in onu sevmediği ve onu reddettiği şeklinde yorumluyor. Rızasızlığı ne kadar reddetme olarak yorumlarsak, ricalarımızın da talep olarak duyulma ihtimali o kadar artar. Kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet gibi. Çünkü insanlar ne kadar çok talep duyarlarsa bizimle vakit geçirmekten ve ricalarımızı yerine getirmekten de de o kadar az keyif alırlar.

Öte yandan eğer Jack’in verdiği yanıt Jane’in hislerini ve ihtiyaçlarını saygıyla dikkate alan şekilde olsaydı, Jack’in gerçekten de bir talep yerine ricada bulunduğunu bilirdik. Yani Jane’e şöyle demiş olabilirdi:


-Demek kendini bitkin hissediyorsun ve bu akşam dinlenmeye ihtiyacın var Jane.


Şimdi ona bu empatiyi verdikten sonra, eğer isterse Jane’in duruma daha farklı bakmasını sağlamayı deneyip, ikisinin de ihtiyacını karşılayabilecek bir çözüm arayabilir. Eğer önce o empatiyi alsaydı Jane muhtemelen Jack’in yanından ayrılmasını şart koşmayan bir başka çözüm de aramaya gönüllü olabilirdi. Başkalarının ricalarımızın talep değil de gerçekten rica olduğuna güvenmelerini sağlamak için onların sadece gerçekten içlerinden gelerek razı oldukları takdirde ricalarımızı gerçekleştimelerini istediğimizi belirtebiliriz.

Örneğin ‘Masayı kurmanı isterim.’ demek yerine ‘Masayı kurmak ister misin?’ diyebiliriz.

Ancak ricamızın hakiki olduğunu göstermenin en güçlü yolu, hangi sebepten olursa olsun insanlar bir ricamızı yerine getirmek istemediği takdirde onlarla empati kurmaktır. Başka insanlar ricamıza razı olmadıklarında onlara verdiğimiz karşılıkla ricamızın talep olmadığını sergileyebiliriz. Birinin bizim ricamızı yerine getirmesine engel olan şeyin ne olduğunu empati yoluyla anlamaya hazırlıklıysak o zaman zaten tanım olarak talepte değil de ricada bulunmuşuz demektir.

Talep yerine ricada bulunmak biri bize hayır dediğinde pes etmek manasına da gelmez. Sadece karşı tarafın ‘Evet’ demesine engel olan şeyle empati kurana kadar ikna etmeye çabalama işine girişmediğimiz manasına gelir.

Hakiki bir ricada bulunmak aynı zamanda kendi amacımızın de farkında olmamızı gerektirir. Eğer amacımız yalnızca başka insanların davranışını değiştirmek ya da kendi istediğimizi yaptırmaksa o halde şiddetsiz iletişim uygun bir araç değildir. Şiddetsiz iletişim, diğerlerinin yalnızca kendi istekleriyle ve şefkatle değişip karşılık verebilecekleri takdirde bunları yapmasından hoşlananlar için tasarlanmıştır. Şiddetsiz iletişimin amacı dürüstlük ve empati üzerine kurulu ilişkiler oluşturmaktır.

Eğer diğer insanların bizim öncelikli bağlılığımızın ilişkimizin kalitesine olduğuna ve bizim bu işlemin herkesin ihtiyaçlarını tatmin etmesini beklediğimize güveni olursa, o zaman ricalarımızın gerçek ricalar olduğuna ve kamuflaj edilmiş talepler olmadığına da güvenebilirler.

Bu amaç için gerekli bilinci korumak zordur. Özellikle ebeveynler, öğretmenler, menejerler ve işleri insanları etkileyerek netice elde etmeye dayalı benzer pozisyonlardaki insanlar için. Bu işlemi öğrenme sürecinin başlarında kendimizi temelde yatan maksadın farkında olmadan şiddetsiz iletişimin çeşitli öğelerini mekanik bir şekilde uygularken bulabiliriz. Ve sürekli olarak maksadın başkalarından istediğimizi almak değil de ilişkimizde şefkatli bir vericiliğe imkan sağlayacak kalitede bir bağ oluşturmak olduğunun bilincinde olmamız önemlidir; herkesin ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlayacak türde bir şefkatli vericilik.

Ancak bazen niyetin bilincinde de olsak ve ricalarımızı çok dikkatli de dile getirsek insanlar yine de söylerimizde bir talep duyabilir, özellikle de yaşamları geçmişte hep taleplerle dolu idiyse. Ve biz otorite pozisyonunda olduğumuz ve geçmişte otoritelerle hoş tecrübeleri olmayan insanlarla konuştuğumuz zaman bu daha da geçerli olur.

...

[Uzun bi örnek vardı arada üşendim tercümeye. Sabırla, tavrını bozmadan empati kurup çabalayarak okulun birindeki bir grup asi öğrencinin ihtiyaçlarını umursadığını onlara nasıl açıkladığını anlatıyordu.]

Bu tarz durumlarda karşıdaki insanın bizim ricamızın talep değil de gerçekten rica olduğunu anlaması biraz zaman alabilir.

Bir ricada bulunurken ricalarımızı otomatik olarak talebe çevirecek tarzda düşünceler için zihnimizi taramak da yardımcı olur:

Örneğin kafamızın içinde bir ‘Yapmalı’ var ise -‘Odasını toplamalı!’ şeklinde... o zaman ne rica edersek edelim muhtemelen bir talep olacaktır. ‘Benim dediğimi yapması gerekli!’ de muhtemelen talep olarak duyulacaktır. ‘Maaşıma zam almayı hakediyorum!’; muhtemelen gene talep. ‘Hakkım var!’, ‘Gerekçem var!’ vesaire... İhtiyaçlarımızı bunlara benzer kalıplara oturtursak başka insanlar ricamızı yerine getirmediği takdirde onları yargılamamız kaçınılmaz hale gelir..."

[O tarz uydurma kurallara dayalı kavramlardan kaçınmalı yani. Çünkü onlara dayalı yargılar bizi her insanın içinde olup biten gerçeklikten uzaklaştıracaktır falan filan...]